• Künye  • Kurumsal  • Reklam  • Üyelik  • Arşiv    • Site Haritası  RSS 
YAZARLAR  |  SOHBETLER  |  İHRACAT SOHBETLERİ  |  RESMİ İLANLAR
YAZARLAR Özgün Kabacaoğlu ►ÖZGÜR KÖŞE
12
14
16
18
20/11/2019 11:09
Vergi Yağmuruna Bilimsel Bir Bakış

     Vergiler, vergiler, vergiler… Devlet tarafından belirlenen fiyatlara zamlar gelirken ve vergilere her geçen gün bir yenisi eklenirken, durup düşünmek, neden böyle şeyler oluyor demek elzemdir. Neden Amerika’daki akrabamıza göre arabaya (dolar cinsinden) daha fazla para veriyoruz diye düşünmeden edemiyorsak da zaten aklı başında bir insanız demektir.

     Dünyanın sayılı zenginlerini barındıran Batı dünyası bir yana Türkiye bir yana… Özellikle ekonomik gerçekler söz konusu olduğunda ülkemizin konumu tüm siyasi taraflarca ve destekçilerince bellidir. Bir gerçek var ise o da Türkiye’nin yüksek refah üreten, zengin bir ülke olmadığıdır. Bu durumun kökleri nerededir? Dahası Türkiye nasıl zenginleşir ya da daha nasıl fakirleşir? Bu soruya cevap için tarihe bakmak iyi olacaktır.

     Osmanlı ekonomisi üç ilke üzerine bina edilmiştir. Devlet üç ilkenin bir bileşkesi üzerinden ekonomik hayata bakış ve yaklaşımını geliştirir. Bu ilkeler; gelenekselcilik, iaşecilik ve gelirciliktir.
     En basit tanımıyla, bakkalı markete karşı koruyan gelenekselciliğin çeşitli nedenler ile ortadan kalktığı günümüzde, iaşecilik ise ucuza satılan bol malın piyasada olmasını gerektirmesi bakımından, halen daha önemini korumaktadır. Gelircilik ilkesinin ise üstünde durmak gerekir!

     Osmanlı özelinde duruma yaklaştığımızda en çok tenkit edilen ama en zor bırakılan ilke budur. Bu ilkeye göre amaç devlet hazinesinin bol ve kolay erişebilir vergi kaynaklarına sahip olması, istenildiği takdirde, en kolayından kamu masraflarının karşılanabilmesidir. Ekonominin ana amacı devlet hazinesini beslemektir. Bu ilke bu haliyle, 16. asra kadar Avrupa için de geçerlidir.

     Bu benzerlik hali ise zamanla değişecektir. 16. yy’a doğru Avrupa’da yeni bir anlayış gelişir ve Avrupa’nın bugünkü zenginliğine ulaşmasının nedeni bu yeni anlayış yani merkantilist ekonominin benimsenmesidir. Bu ekonomik yaklaşımda, devlet üreticiyi destekler. Ana amaç olabildiğince yüksek kâr ile ihracat yapmak, ithalatı asgari seviyede tutmaktır. Nihayetinde ana strateji yerli üretimin arttırılmasıdır. Osmanlı ile tam bir zıtlık yaratır bu yeni anlayış.

     Osmanlı’nın üretimi ve daha genel manada özel sektörü ikinci önemde gören anlayışı ile Avrupa’nın merkantilist zihniyetinin farklılığı ortadadır. Zaten, klasik Osmanlı zihniyetinde ancak devlet ve ordunun stratejik ihtiyaçları dahilinde yerli üretici mühimdir. Yoksa, eğer daha ucuza ürün, yurtdışından gelecekse, o malın gelmesi için bir sorun yoktur. Avrupa’da ise ithalat olabildiğince yasaklanır.

     Tarihi gerçekler de göstermiştir ki Osmanlı ekonomik bakışı, Osmanlı’yı Avrupa ile girdiği yarışta geride bırakmış, yeni bir anlayışı, üretim ve özel sektör merkezli bir anlayışı kendisine kılavuz yapan Avrupa ise zenginleşmiştir.
     Üretim yoksa zenginlik yoktur. Al, sat vezir ol yaklaşımı bir ülkeyi kalkındırmaz!

     Ülkemiz için, hepimizin için acı gerçek, Türkiye’nin 200 küsur yıllık modernleşme çabalarına, tüm inkılaplarına ve yaklaşık 100 yıla yaklaşan Cumhuriyet deneyimine rağmen üretim odaklı bir ekonomik modele geçememiş olmasıdır. Elimizde olan model, gelenekselci ayağı kırılmış, iaşeci – gelirci ayakları kalmış, köklerini tarıma dayalı eski devirlerden alan bir modeldir. Bu model ise günümüz dünyasında artık hiçbir şekilde zenginlik üretemez haldedir. Fakat elimizdeki bu ise, en azından bu modeli doğru işletmek ise hayati derecede gereklidir.
     İaşeci – gelirci model, iki ayak üstüne bina edilir. Gelirci yaklaşımın sınırını iaşeci ilkeler belirler. Şayet biri diğerini taciz ederse sistem kendini tekrar başlatmak için krizlere girer.

     Yaşadığımız vergi yağmuru, özellikle sabit maaşlılara bindirilen vergi yükü, otomobil, benzin gibi mallardan alınan aşırı vergiler, Türkiye için kanayan yaradır. Son zamanlarda bu vergiler halkın refahını da olumsuz etkilemeye başlamıştır. Öyleyse denilebilir ki; gelirci yaklaşımla salınan vergiler ve kamu malları zamları, iaşeye, halkın mal ve hizmetlere ulaşabilmesi kapasitesine yani refahına artık darbe vurmaktadır. Bilimsel olarak bakıldığında mevcut durum, iaşeciliğin belirlediği sınırın aşılmaya başladığını göstermektedir.

     Sanırım hepimizin ümidi, refah artışı yönünde politikaların bir an evvel tekrardan hayata geçirilmesidir. AK Parti dahil ülkemizdeki tüm siyasal partilerin tarih boyunca elde ettiği başarılar da refahın devamlılığına koşut gerçekleşmiştir. Gelirci politikaların iaşeyi darlaştırdığı her yeni adımda, ekonomik belirsizlikler artacak bu da dönüp dolaşıp yine vergi gelirlerinin azalmasına neden olacaktır. Sistem sürekli kendi içinde kısır döngüye girecek, elimizde kalan ise sadece fakirleşme olacaktır.

Önceki Yazılar :
Bu sitenin tüm hakları saklıdır Ticaret Gazetesi    rt.moc.isetezagteracit @ ofni